Sevgili dostlarım, 40 yılı aşkın meslek hayatımda yaşadığım ve çoğu kişiye faydası dokunacağına inandığım tecrübelerimi siz dostlarımla paylaşmaya karar verdim. Kimi zaman şaşırıp “vay be olmaz böyle şey” diyeceğiniz kimi zaman kendinizden bir şey bulup paylaşacağınız, çoğu zaman ders alacağınız blog yazılarıma 2002 yılında yaşadığım ibretlik bir olayla başlıyorum.
Yıl 2002, bilgisayara takılan kamera kayıt kartlarının piyasa çıkmasının ilk yılları. Türksan’da bu konunun öncüleri olarak ilk 4 kanal 50 fps ve 8 kanal 200Fps dvr kartları ithal etti. Piyasa da bu konuyu bilen çok az kişi kurum var. Günlerimiz bayi ve kurumsal müşterilerimize dijital görüntü kayıt nedir? bilgisayara kamera görüntü kaydı nasıl yapılır? ses kaydı nedir? video sıkıştırma nedir? uzaktan kamera izleme nasıl yapılır, bunları öğrenmek, öğretmek ile geçmekte. Neyse ki daha ilk günden itibaren çalıştığımız çözüm ortaklarımızın seçiminde titiz davranıp sadece yeterli teknik ekibi, bilgi birikimi olan firmalara bayilik verdiğimiz için fazla sıkıntı çekmedik (bu arada epey kulaklarımız çınlamıştır).
2002 yılı Mart ayında İstanbul’dan bir fabrika sahibi bizimle kontak kurdu ve bu müşterimizi bilgilendirme görevi bana düşmüştü. Kendilerinin oldukça büyük bir fabrikaya sahip olduklarını öğrendim. Ön bilgi verip dilerlerse kendilerine en yakın çözüm ortağımızı yönlendireceğimizi belirttim, memnun oldular, bir gün sonrası için randevulaşıldı. Değerli bir çözüm ortağımız randevu saatinde müşterinin tesisinde randevuya gitti, dvr kartı müşterinin bilgisayarına kurarak sistemi çalışır olarak gösterdi, fiyatta ve ödeme şartlarında anlaşıldı, bayimiz bir kaç gün sonra tesise giderek, 4 kameralı sistemi (ileride 16 kameraya büyüyecek şekilde) kurdu.
Çözüm ortağımızın ilk montajı, devreye alması olması sebebiyle bir sıkıntı yaşanmaması ve moral olması için devreye alma saatlerinde bende tesiste bulundum. Müşteri fabrika müdürü çok değerli bir insan idi, onunla sohbet çok güzeldi, çaylar içildi, arkadaşlar güle oynaya montajı bitirdiler, benim nezaretimde ayarlar yapıldı, firmanın merkez ofisindeki yetkililer 4 kanal görüntüyü online olarak izlediler, sesi dinlediler, kayıtları uzaktan oynattılar. Fabrika müdürü ve diğer teknik yetkililere internetin açık olduğu sürece uzaktan bağlanıp, izlemenin mümkün olduğu anlatıldı ( o zaman çevirmeli ağlarla internete bağlanılıyordu)
Büyük patron iyice emin olmak için evine telefon açtı, evde ailesi uzun süren bir teknik destekten sonra uzaktan izleme olayını başardı. Patron fabrikayı daha çok evden izleyeceğini, bu yüzden evden izlemenin kendisi için önemli olduğunu söyledi. Her şey umduğumuzdan güzel gitmiş, hiç bir aksaklık yaşanmadan montaj ve devreye alma tamamlanmıştı ( o zamanlar dvr kart takılan bilgisayarlarda intel işlemci, ati ekran kartı şartları vardı).

Bir gün sonra saat 9 civarı sekreterim bana bir telefon aktardı, arayan dün kamera sistemi kurulan büyük fabrikadan geliyordu, telefondaki bayan “Ruhi bey merhaba, XXXX bey sizinle görüşmek istiyor, kamera sisteminde arıza varmış, sizi kendilerine bağlıyorum” dedi, bir kaç saniye sonra “çok özür dilerim, bir telefon gelmiş, sizi çok kısa bekletebilir miyim?” dedi, “elbette bekliyorum” dedim ama bu sırada patronun öküz gibi böğürme sesleri geliyordu (affınıza sığınıyorum ama gerçek, hatta öküzün böğürmesi inanın bu adamın sesinden daha sempatiktir). Adam firmamızın üç kağıtçılığından, sahtekarlığından, şerefsizliğinden başlayıp firma sahiplerin ölmüş ve hayattaki tüm yakınlarını baştan aşağı….anlarsınız ya… Bir an rüya mı görüyorum diye düşündüm ve bunun bir rüya olmadığını, duyduklarımın tamamen gerçek olduğumu anladığımda karşıdaki bayana tüm konuşmaları duyduğumu ve o bunak adama tüm bunları yedireceğimi, telefonu bağlamadan önce bunları duymaya cesareti varsa karşıma çıkmasını söyledim. Takdiri ilahi dedikleri galiba bu olsa gerek, o geri zekalı bunak patron değil değerli fabrika müdür telefona çıktı. Kendisine “önce bir sorunu anlamak gerektiğini, belki bir yerde yanlışlık yapmış olabileceklerini, arıza bizden bile olsa insanların sülale boyu yakınlarına saygı duymaya gerek olmadığını, bize ettiği küfürleri misliyle kendisine iade ettiğimi” iletmesini rica ettim. Müdür özür diledi ve kısa bir süre sonra beni arayacağını, durumu anlatacağını söyledi. (not: daha sonraki günlerde beni gerçekten aradı ve patronlarının ileri derece sağlık sorunları olduğunu, ekmek parası için bu adama katlandıkları anlattı)
Bitmedi, arızayı kontrol etmek için ip adresi istedim ve bir seferde fabrikaya bağlandım, inanmaları için şeref yoksunu patronlarının kıyafetini anlattım. Sıra geldi sorunu tespit etmeye. Kademe kademe sorun arıyoruz.
* explorer açtınız mı? evet, ip yazıp enter yaptınız mı? evet, ekrana ne geldi, siyah bir ekranda “Can’t connection dvr server!” Fabrikadaki internet açık mı? “eyvah, akşam giderken internet kapatılıyor”
Sordum “sayın müdürüm, uzaktan izleme yapmak için internet’in açık olması gerektiği size söylenmedi mi? (söylendiğini biliyorum, ben de yanlarındaydım, hatta yapılacaklar madde madde yazılıp kendilerine verilmişti”. Müdür her zamanki centilmenliği ile “Ruhi Bey çok çok özür diyorum, bu bizim hatamız, ne olur affedin” dedi ve kendilerini tek şekilde affedeceğimi söyledim : bunak patronları benden özür dilerse. Durumu adama durumu anlattılar, (konuşmaları telefonda duyuyorum). Adamdan özür yerine tam kendisine uygun cevap geldi “Ben böyle kamera sisteminin A. koyarım, kameralara bakacağım diye sabaha kadar internet açık mı olur muş”
Yıllarca o kişiyle yüz yüze gelmeyi çok istedim, suratını görmek, gözlerine bakmak için ama dünya çok garip, adamın kameraları yıllarca sorun çıkarmadan çalıştı. Demek ki cahil ve kötü kalpli olmak para kazanmanın, onlarca ülkeye ihracat yapmanın ön şartlarından biriymiş.